KARDEŞİMİN HİKAYESİ


Uzun zamandır her hafta bir kitap bitirdiğim dönemlere geri dönmüş bulunmaktayım, sanıyorum ki bu durum kısa zaman içinde hızlanacak tempo nedeniyle durağanlaşma dönemine girmiş olacak ancak ben o süreç gelmeden ve henüz tadı damağımdan silinmemişken size geçen hafta bitirmiş olduğum Zülfü Livaneli’nin “Kardeşimin Hikayesi” adlı kitabından bahsedeceğim.

Biliyorum ki blogda kozmetik dışında paylaşım yapmamı isteyen bir kitle de var, hatta yeni yıl kararlarımdan biri benim için de bu yöndeydi ancak kendime verdiğim sözü pek tutamadım bu yıl içinde gelişen olaylar nedeniyle, kendime de haksızlık edip vicdanıma baskı yapmayacağım şimdi. Önümüze bakıp daha çok istediğim şekilde paylaşımlar yapmaya devam edeceğim.

Fazla uzattım evet.. Gelelim kitaba;

Öncelikle “Kardeşimin Hikayesi” kitabı bende uzun zamandır vardı ancak her zaman okumayı erteledim, anneme okuması için verdim hatta. Hani okumak için doğru zamanı beklediğiniz kitaplar vardır ya, işte nedense bu kitap da o şekilde hissettiğim kitaplardan biri oldu

Kitap yumuşak bir anlatımla başlıyor ana karakterimizin ağzından.
Kitabın ‘bildiğimiz’ ana konusu küçük bir yerde geçen cinayet..

Zaten kitaba başladığınız ilk bikaç sayfada durum hemen ortaya dökülüyor yani büyük bir spoiler verdim falan sanmayın. Kitabın ana karakteri olan Ahmet Arslan ise olayları anlatan ağız. Yani hikayelerin anlatımlarına kendisi hayat veriyor, onun ağzındam dinliyoruz betimlemeleri.

Açık konuşmak gerekirse olay örgüsü ilk ¼’lik kısımda kalan kısma oranla daha yavaş akıyor. Bu kısımda biraz sıkılma hislerine kapılmış olabilirim ancak bu durağanlığın kitabın geri kalanındaki hıza ayak uydurmak için bilerek yapılmış bir hamle olduğunu düşündüm sona yaklaşırken.

Ne kadar da zekice kurgulanmış hikayeler var içinde diyordum sürekli okurken. Yazarın anlatıcısının edebi karakteri bu hissiyatın oluşması için gerçek bir çaba sergilemese de o büyüye çoktan kapılıyorsunuz bir kez dinlemeye (okumaya) başlayınca.

Anlatıcının betimlemeleri sayesinde kitaptaki diğer karakterleri az çok gözümde hayal edebilir olmuştum ancak aklımda bulanık kalan tek isim anlatıcının kendisiydi. Nedense kendinden bahsederken dış özelliklerden çok duygusal yönlerine ağırlık vererek anlatım yaptığından olsa gerek, gözümün önüne getirebileceğim bir karakter olmadı onunla ilgili.

Bütün bunların yanında kitabın ortalarında hikayeyi anlayıp içine tam olarak katılmış bulunuyor hatta son çeyreğe yaklaşırken ufaktan da olsa tahminler  yürütmeye başlıyorsunuz ancak neredeyse son sayfalara kadar aklınızın alamayacağı bir ‘son’ ile bitiyor kitap.

Bittiği zaman kafam resmen duman oldu ve hiç beklemediğim, tahminlerimin çok çok ötesinde bir sonla bitti. Etkisinden çıkamadığım ve okumak isteyen insanlar olabileceğini düşündüğüm için hemen bu yazıyı sizinle paylaşmak istedim.
Sözün özü, alın okuyun bu kitabı! Eğer yazarın tarzına alışıksanız, önceki kitapları hakkında az çok bilginiz varsa mutlaka okuyun derim. Yeni başlayacaklar içinse güzel bir başlangıç olacağı düşüncesindeyim.

Sevgiler.
E.


Yorumlar

  1. inanılmaz vurucuydu değil mi? okurken net bir livaneli tadı alamamıştım fakat bitirdiğimde etkisinden uzun süre çıkamamıştım. şimdi tekrar anımsadım, teşekkürler güzel anlatımın için. 💙

    YanıtlaSil
  2. Uzun süredir okuduğum en sağlam romanlardan biri oldu diyebilirim. Benim için de okurken o tat pek yoktu ama bittiği zaman "işte bu!" dedim tekrardan :)) Ayrıca teşekkür ederim beğendiğin için..

    YanıtlaSil
  3. Adsız02:46

    Harika bir yazı ! Derhal alıp okuyacağım bu kitabı :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar