"INTERRAIL VE AVRUPA MACERAM" | #3 VİYANA - PRAG GÜNLÜĞÜ

Herkese merhaba!
Interrail maceralarımı anlattığım yazı dizisinde bugün "Hazırlık Aşamaları" konulu #1 ve #2. yazıyı bitirmiş olarak, gezi planını ve içeriklerini resimlerle birlikte anlatma zamanının geldiğini düşünüyorum ve başlıyorum.

Önemli içerik bilgisi : Bu gezi sürecinde toplam 3000 kadar fotoğraf çektim ancak gezinin 16. günü Paris'ten Madrid'e geçerken tüm fotoğrafların içinde bulunduğu usb disk kayboldu! Bu sebeple dönüşte hemen bir fotoğrafçıya gidip kurtarma programıyla içinden alabildiğimiz kadarını çıkarttım ancak birçok şehirde çektirdiğim hiçbir fotoğrafım yok oldu!! (Amsterdam ve Paris gibi..) bu sebeple hala çok çok üzgünüm . Kısaca Madrid yazısına kadar buraya eklemiş olacağım fotoğraflar kurtardıklarımız arasından seçtiklerim olacak.

Evet kemerleriniz bağlı, koltuğunuz dik konumdaysa ve siz de hazırsanız uçuşa geçebiliriz!!

Evet 1 temmuz günü saat 11:00 uçağı ile İtalya/Venedik'e doğru uçuş için Sabiha Gökçen Havalimanında tüm check-in işlemleri bitmiş bir vaziyette beklerken ilk sorun baş verdi ve uçak 2 saat rötarlı kalktı, saat 13:00 yerine 15:30 gibi uçak indi ve Viyana'ya gidecek tren için tek şans gece treniyle gitmek oldu. Neyse ki ATGV  aracını bulup  Santa Lucia tren istasyonuna vardık ve Tren biletini alıp akşam trenini beklemeye koyulduk.
Santa Lucia tren istasyonu

 Bu sırada yemelik bir şeyler için bavulları istasyonda bırakıp civardaki marketleri keşfe çıktım ve tren istasyonuna geri dönüşü kaybedip kaybolduğum gerçeği de mevcut. Neyse ki sora sora buldum istasyonu, insanlar kocaman yapıyı farketmeyişimi yadırgamadan sakince tarif ediyorlardı. Bu sırada 3 kişilik bir grup valizlerini çekmeye çalışıyordu ve Türk grup olduklarını fark edip "Kolay gelsin!" dediğimde "Eyvallah" cevabıyla gülüştük ve yoluma devam ettim. 

Akşam saatini sivrisinek istilasıyla ve 30C'de kapri pantolonla pişerek bekledikten sonra trene yerleşmeye çalışırken valizimi baş üstü raflarına kaldıramadığımı fark eden kuşet arkadaşlarım "Yardım ister misin?" sorusunun cevabını beklemeden valizi kaldırmama yardım ettiler, teşekkür edip yerleştim ve yolculuk başladı. 

Gece 3 gibi gelen görevli biletleri kontrol ederken 'Türkiye' yazısını görmüş olacak ki; "Oo Turkey ha?" dedi ve kaba bir aksanla Türkçe "Teşekkür ederim!" diyerek çıktı. 
Viyana'da ilkokuldan bir arkadaşımın evinde kalacaktık. 

Sabah 8:30 gibi trenden inip metroya binerek Längenfeld metro istastonunda inip evi aramaya koyulduk. Viyana'da "Tabak Trafik" adında tobacco shop'lar mevcut, arkadaşımın evinin mahallesinde (hepsi Türk mü bilmesem de) sahibi Türk olan bir tanesine girdik ve arkadaşımı tanıyan biri çıktı ve onu aramamıza yardım etti. Kısaca eve yerleşip birazcık da kestirip ardından şehri keşfe koyulduk. 

Karlsplatz'a gidip oradan Viyana'nın en ünlü caddesi olan Kärtner Straße'dan geçerek Viyana'nın simgesi olan Stephansdom'a geldik. 343 basamak tırmanıp Viyana'yı tepeden gördük.

 Bol fotoğraf çekip (hepsi kaybolan fotoğraflar!) aşağı indik. Graben caddesinde butiklere bakıp bir Türk olarak H&M'e girmezsek olmaz deyip orayı da gezdik. 

Türkiye'dekileri arayıp vardığımızı söylemeyi unuttuğumuzu fark edince hemen post office aramaya başladık ancak 3-4 kez kaybolsak da bulamadık. İNİGO isimli restoranın önünde bir adama soralım derken o da Türk çıkmasın mı! Kendi cep telefonunu vererek aramamızda ısrar etti ve kısaca konuşup teşekkür ettik. Adam kartını, her zaman arayabilirsiniz diyerek verdi.

Eski belediye sarayı olan Altes Rathaus'u geçerek Opera binasına vardık, daha sonra çok büyük bir caddeye çıktık hot dog satan bir araba görüp almaya karar verdik . Şuan tam yerini hatırlamıyorum ancak kocaman bir bina girişinden devasa bir bahçeye girdik. Orada çimlere uzanıp dinlendik ve bol fotoğraf çektik. 
Opera Binası
Ünlü ressamların koleksiyonlarının olduğu Albertina'ya yürüdük. 
İlk gün bu şekilde sona erdi. 2. gün de bir çok farklı bölgeye gittik ancak çok detay verdiğimi hissettim, bu yazı oldukça uzun olacak gibi geldiği için kısa kısa geçmeye karar verdim. 

3. gün bisiklet kiralayıp Sigmund Freud Haus'a geldik. Ben müzeden çok etkilendim. Müze, Freud'un en küçük kızı Anna'nın katkılarıyla yapılmış, uykunun evrelerini anlatan siyah-beyaz bir video izledik ve dolaşıp çıktık. 
Dolaşa dolaşa Pratersten'e geldik lunaparka girmek için. Kilidi olmadığı halde bisikleti bırakmak zorunda kaldık bisiklet park yerine ancak yaklaşık 2 saatlik eğlenceden sonra dönüşte kimsenin bisikleti çalmamış olduğunu görünce çok şaşırdım. Bu arada Tuna nehrinin üzerinden bisikletle geçtim ve yüzenleri görünce acayip kıskandım ^^

Viyana'da ulaşım gayet basit, tourist info'lardan alacağınız haritalar ile kolaylıkla gideceğiniz yere ulaşabilirsiniz. Metrolar için de bilet almanız gerekiyor. Bunu da istasyondaki makineler aracılığıyla hallediyorsunuz.



Tuna Nehri kıyısından harika bir  yapı
Eve gelip Prag için hostel rezervasyonu yaptım ve sabah 6'da kalkmak üzere uykuya koyuldum.
Sabah 8:16 trenine bindik (tam saatinde kalktı!) deftere yazmamışım ancak yanlış hatırlamıyorsam 5-6 saat sonra Brno Hlavni Nadrazi tren istasyonuna vardık. 

İstasyona ayak basar basmaz ilk görüntüyü aldım :)
İstasyona gelince hemen Prag'ın para birimine dönüş yaptık. Orada bulunan döviz bürolarından kolaylıkla halledebilirsiniz.
Sizin için birkaç kağıt paranın fotoğrafını ekledim.




Dizzy and daisy Hostel'de 2 gecelik yer ayırtmıştım. Gelip yerleşip gezmeye çıktık ancak o gün onların bir bayramına denk geldik ve her yer kapalıydı. Market alışverişi yapıp hostel'a döndük ve mutfakta domates soslu makarna yaptık. Türk bir çift mutfakta "Eline sağlık çok güzel olmuş." deyince orada tanıdık bir dil duymanın şaşkınlığıyla bi an kaldım ve toparlanıp "Birlikte yiyebiliriz." diye teklif ettim ancak "Biz biraz önce yedik, teşekkür ederiz." diyerek oradan çıktılar.
Odadan dışarının görünüşü bu şekildeydi.
Akşam common room'da Berlin rezervasyonunu yapıp alerji olduğum için erkenden yatıp uyudum.

2.gün 
Sabah 10:00'dakalkıp Namesti Miru'ya gittik. Kahvaltı yapıp astronomik saat gösterisini izlemek için Old Town'a geçtik tramvayla. Burada taşıma araçlarına biletle biniyorsunuz ancak istasyon girişinde bekleyen görevliler yok. Biletinizi basıp geçiyorsunuz. Basmadan ya da biletsiz geçerseniz yakalandığınızda cezası var, istasyon girişlerinde görevli yok ancak içeride polisler turistleri çekerek biletlerini soruyor. Biletiniz yoksa yandınız! Dilini bilmediğiniz bir ülkede anlaşın anlaşabilirseniz :D
Bilet sorma işi benim de başıma geldi oradan biliyorum. Biletimi okuttuğumu gören polis teşekkür edip uzaklaşmıştı.
Prag şehir içi tramvayı bu şekilde.

Astronomik saat gösterisi abartıldığı kadar güzel gelmedi bana. Yani evet daha önce görmediğimiz bir olaydı ve ilginç olmasına ilginçti oldukça, ancak kısa süresi ve yarattığı izdihama değdiğini düşünmedim sadece.

Ortaçağ'dan kalan saat üstünde 12 saat dilimini 12 burcun simgesi gösteriyor.

Old town çok önemli ve güzel bir yer olduğu için tüm turistler şehrin bu tarafına akın ediyormuş. 

Arka tarafın kalabalığı çok değil ancak şehrin neredeyse en kalabalık olduğu yer diyebilirim. Burada öğlen yemeği olarak Subway'de sandviç yemiştim. 

Kaplumbağa usulü dolaşan ben, ağırlık sebebiyle çantamı önden taşımak zorunda kalıyordum bazen :)

Charles Bridge'i geçip Prag kalesine geldik ve bir sürü merdiven tırmandık ancak tepeye çıkınca her şeye değdiğini anlıyorsunuz.

Tepeden tüm Prag ayaklarınızın altında kalıyor. Bu harika manzarada bol bol fotoğraf çektim ve çoğu yok! Kalenin girişinde duran askerlerin de fotoğraflarını çekebiliyorsunuz. 

Prag'da camdan yapılmış süs eşyalarıyla dolu dükkanlar çok fazla, diğer hediyelik eşyacılardan bahsetmiyorum bile.
 Bu dükkanlardan birinden kardeşime doğum günü için kukla almıştım. Prag'da el yapımı kuklalar meşhur. 
 Çok çeşitli alkollerin değişik ve minik şişelerde olan versiyonları camlarda sıra sıra diziliydi.

Evet! Bu içkinin içindeki bir böcek ancak nasıl içtiklerini halen bilmiyorum :O

Sokakta birçok sokak sanatçısı görüyorsunuz ancak bu ikili o sıcakta böyle bir kostümle uzun süre boyunca kıpırdamadan durarak beni çok şaşırtmıştı.

Bu arada çoğu Avrupa ülkesinde Türk dönerci olduğunu biliyorum ancak Prag'daki Bodrum Kebab meşhurmuş :D 



Bu bina da Prag'ın ünlü dans eden binası, birbirine yapışık 2 bina sanki dans ediyormuş gibi görünmüyor mu sizce de?

Prag'ı gezmek için bence 2-3 gün yetiyor, zaten şehrin büyük kısmı turistlerin ilgisini çekmiyor. İlgi çeken Old Town kısmı da 1 en fazla 2 günde gezilip bitirebilir bence. Genel olarak tarihi dokusu bozulmayan şehirlerden biri olduğu için sevdiğim bir şehir oldu.
Pragda yolunda gitmeyen herhangi bir durum yaşamadığım için seviniyorum. İngilizce konuşan kesim az olduğu için sorunumu çözmekte zorlanırdım siye düşünüyorum.
Prag'da 2 gece kalıp sabah treni ile Berlin'e geçtik. 

Berlin ve Amsterdam'ı konu alan #4 yazıda görüşmek üzere!


Yorumlar

Popüler Yayınlar